Seyahat

Akdeniz’in Güneş Bahçesi Kekova

Gözlerime inanamıyorum! Bin yaşını aştığı kalın gövdesinden en uç dalına kadar belli olan bir zeytin ağacı ve ona yaslanmış bir Likya lahdi karşımda duruyor. Kekova’da, Üçağız köyünden yürüyerek Simena’nın kalbi olan Kaleköy’e vardığımda rastladım onlara. Ağacın gövdesinin dokusu ve taşın sararmış rengi, arkalarındaki ufuk çizgisini tamamlayan denizin mavisiyle birleşiyor.

Ağacın yaşam gücü öylesine etkileyici ki kapağı yere düşmüş olan lahdin çağrıştırdığı ölüm duygusunu silip atıyor. Boşuna “ölmez ağaç” demiyor zeytine Akdenizliler. Tüm bunlar olurken, Likya uygarlığından kalan Simena’ya bir ışık seli dökülüyor. Zeytin ağaçları ve lahitler arasından kaleye tırmanırken, açık mavi ceketi ve başında şapkasıyla bir kayanın üstünde oturan bir kadının denize bakarak resim yaptığını görüyorum. Selamlaşıyoruz. Fotoğraflarını turistik bir gezi ilanında görüp geldiği Kekova’dan günlerdir ayrılamadığını söylüyor İngiliz kadın. Bakıyorum, Kekova’da yaşadığı mutluluk yaptığı resme de yansımış. Renk renk, pul pul… Ne güzel olmuş.

Bu mutluluğun kaynağı olan Kekova, Antalya’nın Demre ilçesinde ve Likya uygarlığının antik kalıntıları ve anılarıyla dolu. Likya uygarlığı, bugün Fethiye Körfezi’nden Antalya Körfezi’ne kadar uzanan Fethiye, Kaş ve Finike’yi de içine alan Teke Yarımadası’nda kurulmuştu. MÖ I. yüzyılın ortalarında 23 kentten oluşan “Likya Birliği” ortaya çıkmıştı. Akdeniz suları onların yapıtlarını hâlâ koynunda saklıyor. Likyalılar Anadolu’nun Akdeniz kıyılarında Tlos, Xanthos, Patara, Pınara, Myra, Olympos, Letoon, Arykanda ve Sidyma gibi kentler kurmuşlardı. Kekova bölgesi de bu uygarlıktan nasibini aldı. Sıçak İskelesi’ndeki Aperlai, Üçağız’daki Teimiussa ve Kaleköy’deki Simena bölgedeki Likya yerleşimlerinden yalnızca üçü. Denizden onlara doğru bakan Kekova Adası’ndaki yapıların bir bölümü depremlerin etkisiyle sulara gömülmüş. Adanın kıyılarında yer alan kalıntılar arasında dalyan işliği ve havuzlar da var. Tarihçiler, Roma dönemi ve sonrasında burada yakalanan balıklardan tuzlama yapılıp satıldığını söylüyorlar. Bugün “Batık Kent” adıyla anılan bu kalıntıları görmek için, Üçağız’dan ya da Kaleköy’den bir tekne kiralamak gerekiyor. Cam tekne adı verilen ve tabanına yerleştirilmiş pencereleri olan bu teknelerle turkuaz renkli suyun altındaki duvarları, merdivenleri ve amforaları görebilirsiniz. Elbette balıkları da… Kıyıya yanaşmanın ve dalmanın yasak olduğu Batık Kent gezenlerin düş gücüne de yelken açtırıyor.

Düş dedim de aklıma geldi! Kekova yolculuklarımdan birinde, bir bahar sabahı, Üçağız’dan küçük bir tekneyle denize açılmış, biraz sonra denizden yükselen o büyük hışırtıyı duymuş ve başımı sesin geldiği yöne çevirdiğimde bir uçan balık sürüsünün birdenbire sulardan fırlayarak yanımızdan geçişine tanık olmuştum. Gördüğüm gerçekti ama sanki daha çok bir düşe benziyordu.

Bir başka gün bir sabah esintisinin Kaleköy’de kaldığım pansiyonun açık penceresinden yüzüme düşürdüğü bir onbiray çiçeği ile uyanmıştım. Bu yüzden Kekova, her zaman güzellikleri dalga dalga bana taşıyan bir yer oldu benim için. Kaleköy’de surların üzerine çıktığımda hep dünyanın en güzel yerlerinden birinde bulunduğumu düşündüm. Aşağıda keçiboynuzu ve nar ağaçları, denizin içinde duran Likya lahdinin benzersizliği, açıktan geçen yelkenliler, iskelelere yanaşan Mavi Yolculuk tekneleri, ışıl ışıl bir mavi… Likya’nın en küçük antik tiyatrosu da kalenin içinde 300 kişilik tiyatro bir kayanın üzerine oyulmuş.

“Bu köy halkı buraya ne zaman yerleşmiştir, ihtiyarlar sorunuza yanıt verecek durumda değillerdir. Kekova bir muammadır ve herhalde bir muamma olarak kalacaktır.” diye yazar Mavi Yolculuk sevdalısı Azra Erhat. Simena antik kenti üzerine kurulan Kaleköy taşlara ve denize dokunan bir sakinlik taşır. Köyün dar ve dolambacı andıran sokaklarından kaleye tırmanırken, yaptıkları oya işlerini ve yemenileri satın almanız için size uzatan köylü kadınlar karşınıza çıkar.

Kaleden Akdeniz’e baktığınızda ise, mavi bir saate dönüşen zaman durur. Hiç bitmeyecekmişe benzeyen bir yaşama sevinci içinizden dalga dalga yükselip Akdeniz’in kıyılarına vurur. Üçağız bir balıkçı köyü. Kaş’a 32 kilometre uzaklıkta. Son yıllarda turizmin etkisiyle restoranlar, hediyelik eşya satan küçük dükkânlar ve el işi eşyalar satan tezgâhlarla doldu. Balık yemeye gelince, deniz kıyısındaki lokantalarda mevsimine göre grida, mercan, orfoz, lagos ve barbun şansınız var. Balıkları restoranların hemen önündeki iskelelerde, gözünüzün önünde temizleyip pişirilmeye hazır hâle getiriyorlar. Balık dışında elbette kırmızı et ve tavuk seçenekleriniz, zengin salata ve meze tabakları sizi bekliyor. Köyün doğusunda Teimiussa antik kenti var. Kentten kalan dizi dizi Likya mezarları var ki, tekneyle denize açıldığınızda sizi onlar uğurluyor! Bu taş yapıtlar, kayaların ve makilerin arasında gizemli bir dünyanın bekçileri gibi duruyorlar. İskelenin yanındaki bir mezar, bir özelliği ile diğerlerinden ayrılıyor. Üzerinde genç bir adam figürü var ve mezarın kitabesinde bir zamanlar içinde yatan ölünün adı yazılı: Kluwanimi. Mezarların önündeki iskelenin keskiyle düzeltilmiş duvarları ve kapı kalıntısı bir zamanlar burada yaşayanların ipuçlarını bize vermeye çalışıyor ama kent tarihin derinliklerinde hâlâ kapalı bir kutu gibi duruyor. Kentin başına gelenlerin en yakın tanığı olan Akdeniz ise, bu taş kutunun duvarlarını mavi mavi aşındırıyor.

Üçağız’dan çevredeki adalara ve ören yerlerine günübirlik turlar düzenleniyor. Tur programında Simena, Kekova Adası, Batık Şehir, Mavi Mağara, Aşırlı Adası, Tersane ve Çayağzı bulunuyor. Kekova Adası’ndaki tekneler Tersane Koyu’nda yüzme molası veriyorlar. Koyun kumsalında bir bazilika kalıntısı var. Mavi Mağara’nın içine küçük tekneler ve kanolarla girebiliyorsunuz.

Fantastik bir noktada denize girmek isteyenler için olağanüstü bir seçenek bu mağara. Dalgaların kımıltılarıyla kayalıklardan sızan güneş ışığının denizin turkuaz rengiyle buluştuğu yerde yüzmek heyecan verici. İyi çıpa tutmasıyla yat kaptanlarının gözdesi olan Aşırlı Adası da tekneyle gecelemek için en iyi seçeneklerden biri.Kekova’da son yıllarda en çok rağbet gören şeylerden biri kano gezileri. Kekova Adası’ndan Tersane Koyu’na, oradan Kaleköy’e uzanan ve başlangıç noktası olan Üçağız’da biten gezi tekli ve ikili kanolarla yapılıyor. Beş saat süren programda rotanın güzelliği kürek çekmenin yorgunluğunu unutturuyor. Şansınız varsa yolda deniz kaplumbağalarına rastlayabilirsiniz.

Dünyanın birçok ülkesini görmüş ama yine de Kekova’ya âşık kalmış bir gezgin olarak, yazın bir akşamüzeri Kaleköy’de antik tiyatronun üzerinden gün batımını izlemenizi dilerim. Güneş kırmızı bir top olmadan önce, mavi denizin ters ışıkta altın suyuymuşçasına parlak bir turuncuya dönüşmesini seyrederken ne düşüneceksiniz bilmem. Ama ben Sümerlerin binlerce yıl önce bu kıyılar için söylediğini düşünürüm. “Evet.” diyerek iç geçiririm, “Evet, burası gerçekten de ‘denizin kıyısındaki güneş bahçesi’”…

Yazı / Foto : Akgün Akova

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir